Richie Kotzen Konseri [22.3.2012]

23 Mart 2012 Cuma § 0

Alemlerin legato'cusu Türkiye'ye ikinci kez uğradı. Konserin 24 saat ardından akılda kalanlar ve kayıt altına alınanlar:

Şahane playlist, sıralı tam liste: Bad Situation, Help Me, 24 Hours, Fear, Till You Put Me Down, Fooled Again, Player, Love is Blind, My Angel, Livin' in Bliss, Peace Sign, You Can't Save Me, Paying Dues... OMG(What's Your Name?), Go Faster... Bunları arka arkaya canlı dinlemeyen çok şey kaçıracaktı/kaçırdı.


2010'da verdiği ilk İstanbul konseri, Richie Kotzen'in kendisi adına da bir dönüm noktasıydı. 25 yıllık kariyeri boyunca pena kullandıktan sonra, ilk defa o canlı performansta penayı bırakıp "finger style"a geçiş yapmıştı(ondan sonra elinde pena gören de olmadı). Doğru; ne de olsa sağ eli "o kadar" önemli değildi, ama sol eli... Bu ikinci gelişinde ise yeni tekniğini ne denli geliştirdiği dikkatten kaçmadı. Akıl almaz sol el açmaları daha da ötesine taşımış; misal, 5. ve 10. perdeler arasını aynı pozisyonda tarayabilen bir adam oluvermişti. Gitarda çıkan seslerin tamamına yakını perdeleri tarayan sol elinden geliyordu, sağ elini nadiren kullanıyordu. Öyle ki, bir konseri sadece sol eliyle çıkarabileceğini söylemek herhangi bir derecede abartı olmaz. Benim kanaatime göre gitar literatürüne geçecek bu haslıkta bir tekniğe sahip bir kimsenin konserinde bulunmak, farkında olsunlar ya da olmasınlar, oradakiler açısından büyük bir şanstı. Tam da "tanıklık etmek" hadisesiydi.

Konser 2 saat civarı sürdü.

Konserler

8 Ocak 2012 Pazar § 0

Richie Kotzen - 14 Ekim 2010



*****

Paul Gilbert - 6 Aralık 2010



*****

Erkan Oğur & Derya Türkan - 29 Aralık 2010



*****

Telvin - 19 Ocak 2011



*****

Erkan Oğur - 6 Haziran 2011



*****

Mr. Big - 15 Ekim 2011



*****

Vinnie Moore - 24 Kasım 2011



*****

Erkan Oğur & Philip Catherine & Sylvain Luc - 8 Aralık 2011

*****

Richie Kotzen - 22 Mart 2012



*****

Telvin - 26 Eylül 2012



"Yok"tan Var Etmek ve Matematik Üzerine

18 Kasım 2011 Cuma § 0

İnsana ait bir vasıf değil yoktan var etmek. Tanrısal bir vasıf olduğu konusu ise tanrı anlayışı ekseninde tartışılır. Ama konu o değil... Konuyu daha ziyade matematiğe yönlendirmek istiyorum. Zira matematiğin yoktan bir şeyler elde ettiği, "yok"un ne anlama geldiği anlaşılmasa da, sanılır.

Matematiğin bir keşif mi yoksa bir icat mı olduğu nicedir felsefi düşüncelerle açıklanmaya çalışılan bir olgu ve ayrıca en esaslı sorunsallardan biri. Matematik, bilindiği gibi, aksiyom adı verilen, üzerinde tartışmanın engellenmiş olduğu -çoğunlukla doğal olan- bir takım kabuller üzerine inşa edilir. İnşası tutarlı oldukça matematik herkese açıktır. Herkes kendi aksiyomlarıyla matematiğini yapabilir/yaratabilir. Bu noktada matematiğin devasa bir totolojiden ibaret olması, matematikle alakası vasat düzeyde olan sıradan bir kimse için onun bir "uydurmalar yığını" olduğu ve esasen bir işe yaramadığı anlamına gelebilir. Uydurmalar yığını olduğu konusunda matematikçilerin de herhangi bir itirazı yoktur, ne ile uğraştıklarının farkındadırlar, ama, bir işe yaramama(bir işe yaramak gerçek hayatta bir uygulaması olmak anlamında değildir!) konusunda haliyle aynı fikirde olamazlar. Çünkü matematik esası itibariyle gücünü soyutlamadan alır; bazı soyutlamalarıyla evreni ve etrafımızda algılayabildiklerimizi incelerken, bazı soyutlamalarıyla ise ne olduğu ancak ve ancak formal matematikle ifade edilebilecek, doğada var olmayan ya da varolup insan zekasıyla algılanamayacak bir takım dünyalar bulmaya(keşif-icat meselesi) çalışır. Matematiksel soyutlamanın işe yararlılığı hakkında sıkça verilen şu örnek açıklayıcı olabilir: Elimizde, tek bir kelimesini ve anlamını dahi bilmediğimiz bir dilden yine o dile bir sözlük olsun. Dilin adını sabitleyip Xyz'ce diyelim; sözlük ise Xyz'ceden Xyz'ceye... Peki bu sözlükteki bir kelimenin anlamını, sadece yine aynı sözlüğü kullanarak bulmayı başarabilir miyiz? Örneğin, Xyz'cede bulunan abc kelimesinin anlamına baktığımızda tanım olarak yine Xyz'ceden kelimeler karşımıza çıkar; "abc: def ghi jkl..." benzeri bir ifade görürüz. Ama def, ghi, jkl gibi sözcüklerin de anlamını bilmiyoruz? Bu sefer o kelimelerin de anlamlarına baksak mno, prs, tuv vs. şeklinde anlamı yine bilinmeyen kelimeler karşımıza çıkacak. Sözlük araştırmasında zaman ve iş gücünün yeteri kadar zeki bir insan açısından sıkıntı yaratmadığını, yani, aslında bir bilgisayar kullandığımızı varsayalım. Bu sözlükten o en başta bulmaya çalıştığımız kelimenin anlamını elde ederek alnımızın akıyla çıkabilir miyiz? Hayır! Çünkü sonlu olan bu sözlükte, anlamının doğruluğu o dili bilmeyen birisi tarafından tartışılmayacak tek bir kelime dahi mevcut değildir. Sonuca(anlama) götürecek tek bir dayanak ve kural olmadan herhangi bir çıkarım yapılması mümkün olmadığından herhangi bir kelimenin anlamına ulaşılamaz. Öte yandan soyutlamayı devreye sokacak olursak, belli sayıda kelimenin anlamını varsayım olarak sabitleyip o kelimeler üzerinden çok sayıda(çıkarım kuralına bağlı olarak sözlükteki tüm kelimeler dahi olabilir) kelimeye ulaşılabilir; bir anlamda işe yarar, anlamaya yardımcı olabilecek ve belki o kelimelerden yeni dünyalar yaratılabilecek bir model oluşturulabilir.

Dolayısıyla; buradaki analoji, uzay~sözlük, matematik~kelimeleri varsayımlarla soyutlama işi olarak algılanınca, matematiğin ne olup olmadığı hakkında haddince bir fikir edinilebilir.

Böylelikle, insan zekası eşsiz güzellikteki soyutlamalarla bazen işe yarar, bazen ise ne işe yaradığını dahi bilmez kapılar açar, dünyalar görmeye çalışır. Matematik bu uğraşın adıdır.

Mr. Big [Konser Öncesi]

14 Ekim 2011 Cuma § 0

Benden yaş olarak daha büyük bir teypten karışık kasetlerine kulak misafiri olmak suretiyle başladı tanışıklığım. Aynı odada kaldığım ablamın dönem itibariyle büyük sayılabilecek teybini son ses köklemesiyle geçti çocukluğumun evdeki hali. Ben 2-3 yaşındayken de dinliyormuş(uz) ama benim ilk hatırladığım Mr. Big dinleyişlerim hafızamdaki tüm anıların içinde hatırladığım ilk şeyler arasında; 4 yaş civarına denk geliyor. Tabii odadan Bon Jovi, Bryan Adams, Whitesnake gibi başka müzikler de yükseliyordu fakat belki ablamın dahi farkında olmadığı, benim ise yaklaşık bi' 10 sene son idrak edeceğim şekilde aralarında "kalite" açısından diğerlerinden ayrılan Mr. Big tam anlamıyla çocukluğuma damga vurmuştu. Sözleri anlamasam da, şu en meşhuru "To Be With You"yu 6-7 yaşımda bahçede diğer çocuklarla oyun oynarken mırıldandığımı hatırlıyorum. Biraz daha büyüdüğümde kasetleri kendimi teybe koymaya başlamıştım; televizyonda bahsettiğim şarkının klibini kovalıyordum.


O yaşlarda ne düşündüğümü, nasıl hissettiğimi çok hatırlamıyorum doğal olarak ama o müziği duyduğumda oturup sıkılmadan -ablamla beraber ya da değil- saatlerce dinleyebildiğimi biliyorum sadece.

'90'ların sonuna doğru... İmkan(=internet) yok, grubu müziği dışında deli gibi merak etsem de takip edemiyordum. Ayda yılda bir çıkan ve eve giren dergilerde görülen albüm ya da kabarık saçlarla dolu bir fotoğraf ve birkaç cümleden ibaret şarkı/albüm yorumu... Hepsi buydu. '90'ları kapsayan ve "Mr. Big doldur abi" kasetleriyle geçinilen ilk dönem macerası...



Derken... Lise yıllarında teknoloji yavaş yavaş kendini gösteriyordu(ya da bizim eve yeni giriyordu diyeyim). Dial-up internetlerle, merak ettiğim bu grubu ve bireysel olarak elemanlarını sürekli araştırıp, bulabildiğim şarkılarını indiriyordum. Ama hala şarkıların büyük bir çoğunluğuna erişememiştim. Bir gün, başka bir albüm almak için -Beşiktaş- Sinanpaşa Pasajı'na giden bir arkadaşım orada bir dükkanda Mr. Big cd'lerine rastlamış; bilir, hemen bana söyledi. Ertesi gün olması lazım; gittim ve "Mr. Big", "Lean Into It", "Bump Ahead", "Hey Man" ve "Japandemonium" albümlerini satın aldım. Elimdeki cd'lerle eve dönüşteki heyecanım hayatım boyunca hatırlayacağım duygulardan biriydi. Eve gelip ilk iş olarak cd'leri bilgisayara kopyaladım, başına bir şey gelirse diye. Ve sırasıyla dinlemeye başladım. 5 albümü de başından kalkmadan dinlemenin sonunda yıllarca ertelenmiş bir haz almıştım adeta. O albümler -ve eklenen birkaç albüm daha- o günden bu yana dönmeye devam ettiler.

Yine aynı seneler... Bir yandan da elime klasik gitar almıştım. Neyi, nasıl çalacağım hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Deneme/yanılma derken yavaş yavaş anlamaya başladım enstrümanı. En sevdiğim şarkıları tınlatmaya çalışıyordum(bu şarkılar başka bir grubun şarkıları değildi). Nasıl ilerleme kaydedebileceğimi düşünürken, o güne dek yaklaşık 7 senedir kendisini dinlediğim ama farkında olmadığım grubun gitaristi Paul Gilbert'la tanışmış oldum. İnternetteki parça parça eğitim video'larından, egzersiz tab dosyalarından falan... İyice kaptırdım kendimi. Bu adamın gitar çalışı/stili tek kelimeyle büyülemişti. Dolayısıyla gitarda birkaç akor döven biri olmak yerine, teknik ve bilgisini git gide geliştiren biri olmayı tercih ettim. Sayesinde elime gerçek manada bir gitar aldım ve gitar müziği dinlemeye başladım. Bir grubu dinlemenin yanında, kendisi de o grubun içinde farklı bir dünya olarak bambaşka bir alana yöneltmiş oldu beni. Sadece dinleyici değil, -artık hangi seviyedeyse- bir şeyler çalan ve üreten bir insan da olmuştum. Vasıtam kendisiydi.

Paul Gilbert'ın üzerine bu kadar çok araştırıp öğrenince diğer elemanların da bireysel olarak nasıl müzisyenler olduğuna dair araştırmak kaçınılmazdı. Billy Sheehan, onlarca kez en iyi bas gitarist seçilmiş, kendi dalında başka bir virtüözdü. Mr. Big dışında fusion, caz, progressive gibi çok farklı dallarda da has bir müzisyendi. Bunun yanında, grubu kurmak için ilk adımı atan, -sene 1989- Paul Gilbert'a ilk telefonu açan kişiydi. Müzik dışı bu konu da, sevgimi en az bir kat daha artırır kendisine. Keza grubun vokalisti Eric Martin ve davulcusu Pat Torpey... Onlara da, müziği git gide anlamaya başlayınca, neden virtüöz sıfatı yakıştırıldığını anlar oldum. Bu grup, içine girdikçe, olabileceklerin en iyisi gibi bir his uyandırıyordu.

1999'da Paul Gilbert'ın gruptan ayrılması, 2002'de grubun tamamen dağılması derken, 2009'a kadar geçen süre zarfında yine Mr. Big'le beraberdim. 2009 Şubat'ında ise, hayallerden biri gerçek oluyor; grup orijinal kadrosuyla tekrar birleşme kararı alıyordu. Budokan'da gövde gösterisi nevinde bir geri dönüş konserinin ardından; beraberinde, tüm dünya çapında onlarca konser dizisi ve 2011 yılında çıkarılan "What If..." isimli bir de albüm geldi. Ama Mr. Big her gün bir Türkiye konseri haberi vardır diye resmi sitelere girilmesine, dört gözle beklenmesine rağmen Türkiye'ye uğramadı.

13 Ağustos 2011: 15 Ekim 2011 Mr. Big İstanbul Konseri haberi...

Haberi öğrendiğim anın tasviri yok. Böyle geçmiş bir 15 senenin ardından konserin bir gün öncesinde yazı yazmak dahi benim için yeteri kadar gerçeküstü.

Bu gece hiç tatmadığım bir heyecan içerisinde yarını beklemek zorundayım.

Dangerous Knowledge

23 Eylül 2011 Cuma § 0



İzlemeden evvel "Dangerous Knowledge" için neden Cantor, Boltzmann, Gödel ve Turing'in seçildiği üzerine biraz düşününce vardığım tahminin, filmin sonlarına doğru geldiğimde hemen hemen isabetli çıktığını gördüm. Bu dört bilim adamı ve filozofu da kendi alanlarında, öncekilerden benzersiz ve 19. ile 20 yy. için tam anlamıyla devrim niteliğinde çalışmalar gerçekleştirmişlerdi.

George Cantor; o güne değin "yeteri kadar" formal bir tanımı verilemeyen, matematiğin en önemli kavramlarından "sonsuz"un açık bir tanımını sağlamakla yetinmedi; farklı kardinalitede sonsuzların olduğunu gösterdi. "statik" matematiğin dışına çıkarak, ama tabii ki tutarlı olarak, algıları yıkan bir sonuca ulaştı.

Ludwig Boltzmann; teorisini "belirsiz" (filmden alıntılayacak olursam "uncertain") ve hatta, hatrı sayılır kimi bilim adamlarınca varlığı dahi reddedilen "atom" ve "molekül"ler üzerine inşa etti. O dönemde ağırlıklı olarak inanılanın aksine; düzensizliklerin, olasılıkların gerçek yaşamdaki baskın karşılığına inandı, bundan ilham aldı. "Entropi" kavramını ortaya attı.

Kurt Gödel; henüz 25 yaşındayken "Incompleteness Theorem" adında matematik adına bir baş yapıt sundu. Tutarlı sistemlerin ve özel olarak matematiğin sonsuza kadar eksik kalmaya mahkum olacağını ispat etti. Bu, limitler adına çok güçlü bir hamleydi.

Alan Turing; Gödel'ın eksiklik üzerine olan mükemmel soyut çalışmasını canlı ve somut bir hale getirdi. Turing Makinesi'ni icat ederek ilk bilgisayar fikrini gerçekleştirmiş oldu. Hiçbir bilgisayarın bir insan beyni niteliğine sahip olamayacağını anladı.

Sonuç; film için seçilen bu dört bilim adamı da, kendilerinden öncekilere benzemeyen ve eşsiz; alanlarda reformlara yol açan keşif ve icatlarda bulundular. insanlık, her dördünün de ortaya çıkardıklarını bugün doğrudan kullanıyor ve hep bir adım daha fazlasını atmak istiyor, tehlikeli olsa da...

Buckethead

18 Eylül 2011 Pazar § 0



10. I Love My Parents - Bucketheadland (1992):

Ağır, aksak, yalın... Hüzün...

9. Light - Captain Eo's Voyage (2010):

Gergin bir bekleyiş ve ardından ışığa ulaşmak gibi bir çağrışımı var.

8. Broken Mirror - A Real Diamond In The Rough (2009):

Boğuk tonlarda gitarları karamsar eyler insanı.

7. Wishing Well - Colma (1998):

Daimi bir "yolculuk" hissine sahip. Solosunda yolculuğun sonlarında...

6. Big Sur Moon - Colma (1998):

Farklı ve yapay bir dünya...

5. Soothsayer - Crime Slunk Scene (2006):

Bambaşka... Apayrı intro'su, ana riff'i, shred'y soloları... Son sürat hüzünler...

4. Padmasana - Electric Tears (2002):

Baştan sona bir hikaye anlatır. Mutlu edebilir, ağlatabilir...

3. Machete - Colma (1998):

Dinlediğim yegane güzellikte sololardan birini içerir. Mükemmel bir tonda...

2. Aunt Suzie - Cyborg Slunks (2007):

Yalnız, kendi halinde... Doğal ve dingin...

1. Too Many Humans - Population Override (2004):

...