Koni

31 Ağustos 2011 Çarşamba § 0

Kuş "yakalamak"(bin tane daha tırnak koysam yine de karşılamaz anlamı ya neyse)...

Çocukken... 13-14 yaş falan... Hayatı boyunca hiç kuş yakalamamış, kuşa sapan tutmamış, kuyruğuna teneke bağlamamış, ne bileyim, kuş görmemiş bir insandım. Çocukluğumu eksik yaşadığım söylenebilir dolayısıyla. Günün biri, abimle ablamın anlatmakla bitiremedikleri 20 sene önceki kuş yakalama maceralarından cesaretle ve hevesle balkona tezgahı hazırladım.

Tezgah = Ters düştüğünde iki taraftaki sapları yüzünden tam kapanmayan bir çamaşır sepeti + 5 cm çapında 35-40 cm uzunluğunda(öhh) metal kalem kutusu(ilk insanın bile kullandığı bir adet tahta çubuk, çıta gibi bi' şey bulamadım) + Dikiş ipliği(kalem kutusuna sarıp kuş geldiğinde çekmek için) + Yem(bulgur, pirinç(kafaya bak, pilav koymamışım kuşun önüne iyi ki), ekmek kırıntısı vs.))
Şehir merkezinde olunca böyle bir düzenek mümkün oluyormuş anca demek. Neyse...

Büyük bir özenle kurdum düzeneği terasa. Gökyüzüne bakıyorum; onlarca martı, karga, serçe türü kuş var, binanın tepesinde uçuyor. "Lan 3-5 tane yakalamasam bari! korkarım tutmaya." diye baya geçirdim içimden. Çamaşır sepetinin altındaki yemleri göremezler tepeden diye terasın muhtelif yerlerine yem saçtım. Ve bulgur taneleriyle ince bir yol oluşturaraktan sepetin içindeki ana yeme doğru yol gösterdim kuşlara(Tweety yakalayacağım sanki). Kalem kutusunu da diklemesine yerleştirip son hazırlıkları yapıp içeri girdim. Balkon kapısının ardında elimde dikiş ipliği, pusuda bekliyorum. Birkaç dakikayı bulmaz kuşlar familyasının en iğrenç hayvanları, kargalar basıyor terası. Kenarlara serptiğim yemlere veriyorlar kendilerini. Martılarla kavga edip yem etmiyorlar onlara bulguru pirinci. Kapının ve perdenin arkasında bir kedigil kadar sessizim ama ne yazık ki zeka düzeyim, çamaşır sepetine, dikiş ipliğine medet umacak denli bir kedigilin çok gerisinde. Bekliyorum... Etrafta ne kadar bakliyat varsa sildi süpürdü hayvanlar. Yavaş yavaş yaklaşıyorlar benim sepete... Yaklaşıyorlar da, haliyle yarım metreden öteye gidemiyorlar. Çamaşır sepetini görünce "bizi yakalayıp kısa programda çalkayacak herhalde lan bu!" diye düşünüp yanaşamadılar büyük ihtimal. Yok... Tırsıyorlar benim düzenekten. Belki serçeler falan gelip girer diye bi' umut birkaç saati elimde o lanet olası beyaz iplikle yere oturup bağdaş kurmuş bir vaziyette geçiriyorum. 1 saat, 2 saat, 3 saat geçiyor... Tık yok. Sonunda tezgahın işe yaramayacağına zor da olsa kanaat getirip "nasıl yakalarım lan ben bu amına koduklarımı?" şeklinde düşüncelere dalıyorum. Elde aynı düzenek için daha iyi malzeme yok. Derken, o hayal kırıklığı ve sinir bozukluğuyla tüm hıncımı kuşlardan çıkarmaya karar verdim ve elbet bir tanesini yakalamaya resmen ant içtim. Yeni fikir şu: Tek bir parça ekmek daha kalın bir iple(dikiş ipliğinden farklı bir şey bulmalıyım) bağlanacak, terasın görünen bir kısmına konacak, yemi görüp boğazına indiren kuş(martı, karga... artık neyse) ipi fark etmeden ötelere doğru uçacak, uçacak da... İpin ucu ben de oğlum aha! Şimdi düşününce acayip kınıyorum ya kendimi. Allah belamı vermemiş iyi, ertelemiş de olabilir, neyse... Dahiyane fikrimi uygulamaya döküyorum hemen. Tam aradığım tip bir ip çeşidi olan, balık tutma maceralarımdan arta kalmış epeyce uzun bir misina(renksiz, çaktırmaz ve ayrıca sağlam) buluyorum. Taze bir parça ekmeğe iyice dolayıp koyuyorum balkonun bir köşesine. Ve elimde bir tahta parçasına sarılı misina, yine geçiyorum pusu noktasına... "Bu sefer siktim belanı!" Yine çok uzun sürmüyor ve martının biri temkinlice yaklaşıyor ekmeğe. Bakıyor bir terslik yok. İyice yanaşıyor ve hop indiriyor mideye. Tam o anda, çıplak ayak atılıyorum balkona(kedigil). Kuş havalanıyor. Havalandıkça elimdeki misina boşalıyor. Hala uzaklaşıyor hayvan da, menzil sınırlı, ip belirli... "Lan bitince n'olacak, hassiktir!" filan derken, plana başlarkenki hırsım, asabım yerini korkuya, endişe bırakıyor. Sonunda, maalesef misinanın sonuna geliyoruz. Ve geldik! İpin bağlı olduğu tahta parçası elimde, kuş havada, takıldı kaldı... Sikeyim ki çok korkunç bir görüntü oldu. Bir anda uzaktan kumandalı kuşum oldu. İpin sonuna gelince hayvan n'apsın; menzil el verdiği ölçüde havada uçuyor, bir takım daireler çiziyor. Yerdeki merkezi ben olan ve havada elimdeki ipe bağlı olan martının daireler çizdiği bir kare düşün. Koni şeklini öğretiyoruz yani... En ala korku filmi afişi oldu işte o an. Ne bok yiyeceğimi de bilemediğimden... Bıraksam tahta parçasını, boğazındaki iple kesin ölecek hayvan. çeksem, hatta hızlı çeksem olmuyor. Of ya, yazarken bile yine ter bastı. Neyse, bi' 3-4 dakika boyunca benim sayemde mükemmel geometrik desenler çizdi martı. Sonradan yorulmuş olacak ki karşı binanın çatısına kondu. Hala aynı pozisyondayız; ip elimde. İzliyorum; kuşcağız öğürüyor, kusmaya çalışıyor, çalışıyor çabalıyor falan... Kurtulamıyor bi' türlü. Ben de biraz asılıyorum yardımcı olmak maksatlı, bu sefer de kuş bana doğru geliyor. Gel de çık işin içinden ya! Eskaza annem falan görse, bi' de o düşer bayılır; ablam görse, "misinayla balık tutamayınca kuşa mı sardın ehheh?" dalgası... Sonra bi' de onlarla uğraş orada kuş dururken. Aşağı yukarı 10 dakika oldu martı oltama yakalanalı. Hala çabalıyor... "Lan neyse, bunca eziyet çektirdik, bari son bi' güçle asılayım ipe de belki çıkar" diye oldukça hızlı bir şekilde çektim ipi ve neyse ki o salya-sümük-safraya bulanmış ekmek parçası çıktı sonunda martının gırtlağından. Olan bitenin şokunu benim gibi daha atlatamamış olacak; olduğu yerde birkaç dakika uçmadan durdu. Çıkardığı ekmeğe baktı. Geri zekalıysa şayet "ne yedik lan böyle hazımsızlık yaptı?" demiştir; çok az bir zekası varsa da anama avradıma sövmüştür muhtemelen, haklı olarak. Neyse, ben bir sefer daha ağzına atmasın diye bir yandan ekmeği çekiştirirken o da benim gibi kuş yakalama arzusu yüzünden canavara dönüşmüş bir manyaktan uzaklaşmanın mutluluğunu yaşamaktaydı, yaşamalıydı. Sonra gözden kayboldu. Diğer kuşlara da bela olmasın diye dibime kadar çekmek zorunda kaldım salyalı ekmeği. İpiyle, tahtasıyla, sepetiyle, kalemliğiyle(hala yatışamamışım) beraber bir poşete koyup attım hepsini çöpe. Gün sonunda(öğlen 12 güneşinde başlayıp akşama kadar süren bir mesaiydi çünkü) aklımdaki tek şey beraberce çizdiğimiz koniydi. 10 sene sonra rüyama girecekti.

What's this?

You are currently reading Koni at Noksan.

meta

§ Leave a Reply